Semra Hanım’ın bakışı

Evdekilerin hayret ve itirazlarına karşın, cuma akşamı gelinim olur musun? Finalini izlemeye başladığımda sonuçlar açıklanmak üzereydi. Sonuçları izledikten sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bu kararıma bir tek şey neden oldu: Semra Hanım’ın bakışı. Bir başkasının birinci seçildiği andaki bakışı. Programı daha önce seyretmiştim. Türkiye’nin gündeminde yaşamsal bir çok konudan daha fazla kalan bu olaya umursamaz kalmak kolay değildi. Zaten izlemeseniz de, açtığınız her gazete sayfasında Semra Hanımı okuyordunuz. Hatta köşe yazarları bir olgu olarak ciddi yazılar yazıyor, yeni bir sendrom adı olarak yaşantımıza giriyordu. Daha önce bu konuda bir kez yorum yaptım. Gündemin dışında kalınamazdı. Ama yaptığım yorum pek beğenilmedi basın tarafından. Beklenen, gündemi daha da kızıştıracak, gerilimi arttıracak bir açıklamaydı. Hani uzman görüşü dediğin en azından, şöyle olmalıydı: “Bu toplumsal bir sorundur, bir fenomendir. Değerlendirilmesi gerekir. Yaşamımız için çok önemlidir.” Ya da benzer şeyler. Oysa ben “tartışmaya yanlış yerden başlıyoruz”. “Tartışılması gereken bu tür programlardır” dedim. Benzeri diğer programlardan farkı yoktu. Birileri “yaratabilme” ve “yok edebilme” yeteneklerini keşfetmişti. Diğerleri de bu keşfi ilgiyle izliyorlardı. İçlerinde bazen yaratan, bazen yaratılan olma özlemleriyle….Kimi zaman kendilerinden birşeyler bulup, kendilerini tartışıyor, kimi zamanda kendilerinde olmayanlara şükretmek için fırsat buluyorlardı. Program bittiği an gündemden kalkacak, yerini yeni bir “yaratıcı ve “yaratılan” alacaktı. Tartışılması gereken topluma, özellikle çocuklara verilen yanlış mesajlardı. Emek sarf etmeden ünlü olma, para kazanma gibi sağlıksız kavramların “doğrular” olarak verilmesiydi. Bu yolda her türlü kuralsızlığın, saygısızlığın, insafsızlığın, değerleri ayaklar altına almanın doğru ve geçerli kural olduğunun öğretilmesiydi. Düşünsenize bir ev hanımı olarak, hatta okumuş, çalışmış bir bilim insanı olarak bu denli tanınabilmek, köşe yazarlarına konu olabilmek, hergün basında yer alabilmek için ne yapmanız gerekir? Hastalıklara, sendromlara isimleri verilen bilim insanı sayısı çok azdır ve bunun için ömürlerini vermişlerdir. Halbuki şimdi çocuklarımız bunun kolay ve geçerli yolunu öğrendi. Ama onlara bunu öğretirken, ilerde kimlerin çalışarak ve emek sarf ederek bize gelecek oluşturacağını düşünmüyoruz. Fark ettiğimizde ise çok geç olacak…

Kayınvalide ya da daha çok kullanılan şekliyle kaynana olgusu yenimidir? Bu program çıkana kadar biz bu konuyla ilgili birşeyler yaşamamış, duymamış mıydık? Hadi duymamış, yaşamamıştık, hiç film de mi seyretmemiştik. Tarih kadar eski olan gelin- kaynana tartışması için türküler yazıp, ağıtlar yakan bir ülkenin şaşkınlığı anlaşılır değildir. Gelin-kaynana tartışması, her sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyde yaşanan bir sorundur. Hatta,gelinim olurmusundan daha düzeyli bir şekilde olsa da Bir İstanbul Masalında da aynı sorunu izlemiyor muyuz? Çocuk yetiştirme şeklimiz, bir türlü çocuklarımızın ayrışmasına izin vermeyen tutumumuz bu olayın bir boyutudur. Daha az ve ama farklı olsa da, damat-kaynana tartışmaları fıkralara konu olmuştur. Kendine yetmeyi bilmeden, devamlı koruyup, kollayıp büyüttüğümüz, sorumluluk almalarına izin vermediğimiz çocuklarımız evlendikleri zaman da sorumluluklarını alamamaktadır. O sorumluluğu taşımaya zaten hevesli olan ailelerde, ilişkiyi çocuklukta olduğu gibi sürdürmekte, ama kimse ilişkiye eklenen üçüncü kişinin itirazını düşünmediğinden sorun çıkmaktadır. Erkek çocuk ve anne arasında 3-6 yaşlar arasında olan ve bitmesi gereken ödipal çatışmaların, yanlış tutumlar nedeniyle bitmemesi, gelin-kaynana çatışmasının diğer bir nedenidir. Beklenen, erkek çocuğun babayla özdeşim yaparak, anneye olan hayranlığını sona erdirmesidir. Ama hem annelerin izin vermemesi, hem de babaların çocuk yetiştirmede uzak durarak iyi özdeşim modelleri olamamaları nedeniyle bu çatışma çözümlenemeyip, erişkin dönemde sürmektedir. Anneye hayran olan erkekle, oğluna adeta aşık olan anne arasındaki bu ilişkide ikinci bir kadının, gelinin yer alması zordur. Ekranlarda izlediğimiz meşhur Semra Hanım sendromu da, aslında Freud’un çözümlenmemiş ödipal sendromudur. Bir başka çatışma konusu da bizimki gibi toplumlarda kadına tanınan haklardır. Bir çok yerde kadın yok sayılır. Biz ne kadar inatla “kadının adı var” desekte, o kadınların adı yoktur. İsim kazanmaları erkek çocuk annesi olduklarında olur. Tıpkı eski toplumlarda erkek çocukların isim alabilmeleri için kahramanlık yapmalarına benzer. Kadın erkek çocuk annesi olduğunda görülür, bilinir, dinlenir olur. O zaman hükmetme gücü kazanır. Bu gücü önce oğluna, sonrada geline gösterir. Yani kaynana sorunu Semra Hanım’dan öncede vardı ve sonra da olacaktır.

Biz Semra Hanım’a ne yaptık?
Bir başkasının birinci olduğu açıklandığı zaman Semra Hanım konuşamadı, yerinden kalkamadı. Ama yüzündeki, bakışı, özellikle de bakışı herşeyi anlatıyordu. Semra Hanım’ın bakışı haykırıyordu: “Sizin istediğiniz herşeyi yaptım, verdiğiniz rolü en iyi şekilde oynadım.O kadar iyi oynadım ki ben bile inandım. Daha kötü olmamı istediniz, oldum. Daha çok bağırmamı istediniz bağırdım. Daha çok aşağılamamı istediniz sınırsızca aşağıladım. Hatta beni o kadar doldurdunuz ki gelin adayıyla yetinemedim, canımdan çok sevdiğim oğlumun kişiliğini ezdim, küçülttüm, yok ettim. Evdeki herkese, oradan dışarıdakilere, hatta eski eşime kadar yöneldi hırçınlığım, sırf siz istediniz diye, sırf siz alkışladınız diye, sırf siz beni konuşuyorsunuz, sırf siz ben kötü davrandıkça, aşağıladıkça daha çok izliyorsunuz diye.. Ben sizin istediklerinizi yaptım. Ama siz beni bir anda terk ettiniz. Benim hakkım olanı elimden aldınız. Ben şimdi ne yapacağım?” Evet, Semra Hanım’ın bakışları bunları söylüyordu. Haklısınız Semra Hanım. Size haksızlık yapıldı. Siz istenilen herşeyi verdiniz ama karşılığında sizin istediğinizi vermediler. Verselerdi konuşulacak birşey kalmayacaktı. Belki bu yazı bile yazılmayacaktı. Halbuki şimdi sizin kaybetmeniz bir süre daha gündem olacak ve tüm kaybedenler gibi unutulacaksınız. Ama üzülmeyin, kazananlarda unutulacak. Size farklı birşey yapmadı kimse. Daha önce sabıkalı bir gence kader kurbanı, davranış sorunları olan bir diğerine yakışıklı damat rolleri vermişler ve rol bitince unutmuşlardı. Bu arada benzer sorunları olanlara düzeltmeye çalışmaları yerine, sorunlarını ünlü olmak için kullanmayı öğrettiklerini de, unuttukları aktörlere ne olduğunu da düşünmemişlerdi.Size verilen rol kötü kaynana rolüydü. Filmlerin baş rolünde kötüler olsa da, sonlarında hep iyiler kazanmalıydı, öyle oldu ve kaybettiniz. Haklısınız rolünüzü çok iyi oynadınız.Ama şimdi bitti. Evinize döneceksiniz. Kısa bir süre sonra sizi hatırlayan olmayacak Önce tüm unutulan ünlülerin yaşadığı depresyonu yaşayacaksınız. Kendinizi hatırlatmak için çabalayacak,yaptıklarınızı anlatacaksınız.Programda yaşananların unutulmasının yararınıza olduğunu anlamadan önce tabi.Sonra unutulsun isteyeceksiniz, tanınmayın isteyeceksiniz. Toplum unutacak, yaşadığınız yerdekiler,çevrenizdekiler dışında. Malesef onlar unutmayacaklar. Sonra komşularınıza, yakınlarınıza aslında o kadar kötü olamadığınızı anlatmakla uğraşacaksınız.Onları inandırmaya çalışacaksınız, bunun bir rol olduğuna, farklı olduğunuza….. Muhtemelen kayıplarınız olacak. Hele oğlunuz gerçekten evlenmek istediğinde onun da, sizin de işiniz çok zor olacak. Sizi hatıtlayan gelin adayınıza ve ailesine kötü kaynana olmadığınızı ispatlamak zorunda kalacaksınız.O sırada oğlunuz, aslında kendine güveni olduğunu, siz olmadan da karar verebildiğini, büyüdüğünü, erkek olduğunu anlatmaya çalışacak. Üzüleceksiniz, öfkeleneceksiniz. Ama bizlerin haberi bile olmayacak sizden. Biz o sırada yeni oyuncuları alkışlamaya başlamış olacağız. O son bakış ve sonrasında söylemeye çalıştıklarınız aslında bu yeni başlangıcı o kadar canlı anlatıyordu ki. Umarım dediğiniz gibi olur, eviniz sarayınız olur ve üstünüze yapışan bu rolün bedelini siz de, oğlunuz da çok ağır ödemezsiniz.Peki ya bizler, tüm toplum, yazarlar, “yaratıcılar”, Semra Hanım’a, diğerlerine ve en önemlisi kendi geleceğimize ne yaptık, farkında mıyız?

Facebooktwitterlinkedinmail