PORSELENLER VE KENDİNE GÜVEN

Zaman zaman sizlerle gözlemlerimi ve çağrışımlarımı paylaşmak ve bazı soruların yanıtlarını beraberce aramak hoşuma gidiyor. Geçen akşamüstü Llyadro porselen biblolarının yeni yıl için yapılan tanıtımına uğradım. Sayın Ayşe Azizoğlu hoşlanacağımı düşünerek bu organizasyonuna davet etmişti. Porselen biblo benim için biraz anne demektir.

Sanırım benim kuşağımın annelerinin büyük tutkusu olan incecik porselenlerden yapılmış bebekler, melekler, çiçeklerden oluşan vitrinleri çoğunuz hatırlıyorsunuz. İyi porselenden yapılmış, muhteşem görüntülü vitrinleri, masa üstlerini süsleyen bu zarif görüntüyü çocukken izlemeye bayılırdım. Annemin özenle seçerek aldığı ve zaman zaman yerlerini, duruşlarını değiştirmekten zevk duyduğu porselen biblolar aynı zamanda kırılganlığın simgesiydi. Her an kırılabilecekleri endişesiyle ellemeden bakmaya çalışırdım. O denli narin görünürlerdi ki. Yeni kuşağın eskisi kadar dikkate almadığı, yerine daha dayanıklı ürünleri seçtiği bir dönemde aynı kırılganlık ve zarafetlerini koruyan porselenlere bakarken, gür bir sesle onları öven genç adamı duyuyordum. Sergilenen porselenlerin sanat yönlerini vurguladıktan sonra, onların muhteşem olmalarını başka bir ülkeye ait olmalarına bağlayarak, bizden çok medeni ve ilerde oldukları için bunu başarabildiklerini, bizim ise yapamadığımızı söylerken göz göze geldik. Kendimi tutamayarak “O kadar da değil, evet güzeller ama bizim de yarattığımız bir çok sanat ve edebiyat eseri var, niçin kendiniz dahil hepimizi bu denli yetersiz görüyorsunuz.” dedim. Bu konuşma bittiği zaman niçin bizim ülkemizin insanlarının bazı konularda kendilerini bu denli değersiz bulduklarını, buna karşın bazı konularda ise kendilerine olmayan güçler atfettiklerini düşünmeye başladım.

ÖZGÜVEN
Çocuklarımıza da sık sık “Senden adam olmaz.”, “Sen bir işe yaramazsın.” deniliyor. Bu söylemle büyüyen çocukların erişkin olduklarında “Biz yapamayız.”, “Bizden adam olmaz.” demeleri şaşırtıcı değil. Diğer yandan aynı çocuklara “Sen yaparsın, herkesten iyi yapmalısın.” diyor ve aynı erişkinler herkesten üstün olduğuna inanabiliyor. Tüm bunlar bizi özgüven ve özgüveni geliştirme kavramına getiriyor. Özgüven kendimizi nasıl gördüğümüz, kendi hakkımızda ne düşündüğümüz ve kendimize ne kadar değer verdiğimizi tanımlar. Özgüven erken yaşta kazanılmaya başlanır. Düşük özgüven olumsuz tutum, kötü yargılama ve sorun çözme becerisi, bağımlı ilişkiler, uyum sağlanacak yeni durumlarda kaygılı, depresif olma olarak tanımlanabilir. Yüksek özgüven ise olumlu tutum, iyi yargılama ve sorun çözme becerisi, sağlıklı ilişkiler, yeni durumlara kolay uyum sağlama olarak belirlenir. Ama özgüven, palavracılık ve abartma değildir.
Özgüven gelişimini etkileyen en önemli iki faktör aile ve eğitim sistemidir. Biz galiba her ikisinde de uçlarda dolanıyoruz. Çocukların yeteneklerini, durumunu göz önüne almadan ya megalomanlar ya da kendini değersiz bulan bireyler yetiştiriyoruz. Bazılarını ise kendini üstün gören, yaşadıkları ülkeyi, insanını, tarihini, edebiyatını tanımadan, kendinin hak ettiklerine ulaşmasının önünde engel olarak görecek kişiler yapıyoruz. Böylece sadece kendini yanlış tanıyan ve bir şey başaramayan insanlar oluyorlar.

Porselen hala kırılganlığın simgesi. Ama ironik bir şekilde, aynı zamanda zarafeti ve yıllara meydan okumayı da yansıtıyorlar. Yani arada çok ince bir çizgi var. Kırılgan da dayanıklı olabiliyor. Önemli olan değerinin bilinmesi ve gereken özenin gösterilmesi. Özgüven de öyle.

 

Facebooktwitterlinkedinmail