İNSANLIĞIN SESSİZLİĞİ BİR ÇOCUĞU ÖLÜME GÖNDERMENİN UTANCINDANDIR!

Çocuk yeninin temsilidir. Çocuk yaşamanın, çocuk canlılığın, çocuk neşenin, gelişmenin, büyümenin, geleceğin tam kendisidir. Çocuklar yaşamak ve büyümek için dünyaya gelir. Ölüm çocuğa en uzak, en yakışmayan kelimedir. Buna rağmen bazen çocuklar ölür. Çünkü bazı çocuklar henüz çare bulamadığımız hastalıklarla yaşama değil, ölüme doğarlar. Her çocuğun ölümü ardında derin üzüntü ve acı bırakır. Ama ölüme doğsa da ona yaşam verme, onu büyütme çabası, elinden geleni yapmış olmanın huzuru acıyı insanca taşıma hakkını erişkinlere sunar. Diğer yandan yaşama doğan çocuklar vardır. Ölümden çok uzakta, büyümek için önlerinde engel olmayan, kocaman antlaşmalarla, sözleşmelerle, uluslararası bildirilerle erişkinler tarafından ölüm dahil her şeyden korunacaklarına söz verilmiş çocuklar. Doğdukları aile, ülke, coğrafya hangi dine mensup olursa olsun her din tarafından korunması gerektiği söylenmiş, değerli olduğu kabul edilmiş çocuklar. Kendi ülkelerinin devletleri tarafından korunmaları için yasalar çıkarılan, aileleri tarafından çok sevildikleri söylenen çocuklar. Ve bütün bunlara karşın ölümden korunamayan, ölüme gönderilen, hatta çoğu kez erişkinler tarafından öldürülen çocuklar. İşte o çocuklar öldüğü zaman oluşan sessizlik, onları ölümden koruyamayan erişkinlerin utancının sessizliğidir.

FARK ETMEK İÇİN ÖLÜMÜ BEKLEMEK GEREKİR Mİ?

Deniz kenarında öylesine uzanmış yatan bir çocuk fotoğrafı dünya gündemini değiştirdi. Sadece fotoğrafa baksanız, orada sanki annesi gelecek ve “Kalk oradan, elbiselerinle ıslak yerde yatma, hasta olursun.” diyecek gibi yatan küçük beden görebiliyordunuz. Oysa o, henüz oyunu tanımadan savaşı tanıyan, hayatta kalıp geleceği olması için onu kendi ülkesinden kaçırmak zorunda kalan ailesi ile çıktığı kaçak yolculukta kısacık yaşamı biten, büyüyemeyecek çocuklardan biriydi. Yaşarken büyüyemeyen çocuk, öldükten sonra büyüdü. Çünkü yıllardır süren bir savaş nedeni ile kendi ülkelerini terk etmek zorunda kalan ve dünyanın büyük bir kısmının görmek istemediği yaklaşık 4 milyon insanın görünür olmasını sağladı. O 4 milyon insanın yaklaşık 2 milyonu bu birkaç yıldır bu ülkede yaşıyor. Büyük bir çoğunluğu Türk Devleti’nin sağladığı olanaklarla kamplarda yaşıyor, bir kısmı ise kampların dışında yaşam mücadelesi veriyor. Devlet olarak en iyi şekilde ağırlamaya çalışsak da, bir kısmımız destek olmak için uğraşsak da, kalanların çok da hoşnut olmadığı, niçin kabul edildiklerini sorguladığı, ülkelerine geri gönderilmelerini istediği Suriyeli Mülteciler’den biriydi o küçük beden. Ölümüyle birlikte onu ölümden koruyamayan dünyaya insan olduklarını hatırlattı. O ve diğer 4 milyon kişinin zorunlu çıktıkları bu mülteci sürecinde ne kadar zor durumda olduklarını anlama şansı verdi. Dünyaya, utanç içinde yaşamaktan kurtulmak için kalanlara yardım edebilme olanağı tanıdı. Ne kadar utanç verici ki tüm bunları kocaman devletler, akıllı erişkinler, önemli sivil toplum örgütleri, politikacılar başarmadı. Henüz yürümeye başlamış, ölümün anlamını bilecek gelişim düzeyine gelmemiş bir küçük çocuk yaşamak için çıktığı yolculukta, can yeleksiz, güvenliksiz bir botta batarak, boğularak ve kıyıya vuran bedenini her karede tüm dünyaya sergileterek yapabildi.
Aylan, zamansız ölüme gönderilen tek çocuk değil. Açlıktan, çocuk yaşta erişkinlerin savaşına asker yapılarak, terörde öne sürülüp kullanılarak, güvenlik güçleri tarafından, aileleri tarafından, hiç tanımadıkları silah kullanan kişiler tarafından vurularak öldürülen binlerce çocuk var. Korkarım bu gidişle binlerce daha olacak. Sadece ölenler değil, tecavüz edilen, hapsedilen, işkence edilen, sömürülen, çalıştırılan çocukları da eklersek sormak gerekir; ey büyükler, insanlığınızı hatırlamak için her defasında çocukların ölmesini bekleyip, ceset resimlerinden utanarak mı bir şeyler yapacaksınız? Yoksa bu kadar utanç, çocukları ölümden korumak için bir şeyler yapmaya yeter mi? Yani hiç olmazsa küçük Aylan’ın cansız bedeni kadar büyüyebilecek misiniz?

Facebooktwitterlinkedinmail