ÇOCUKLAR VE ÖLÜM KAVRAMI

Beklenmedik bir kaza sonrasında annesi kurtarılamamış ve 8 yaşındaki L. annesini kaybetmişti. Aile ölümün acısının yanı sıra, L’ye bu gerçeği kimin söyleyeceğini tartışıyordu. Bu zor görevi kimse yapmak istemediği için bir uzmana danışmaya karar vermişlerdi. Genel eğilim, bu olayı L’ye uzmanın anlatması ve ilaç vererek üzüntüsünü hafifletmesiydi. Danışılan uzman bu görevi babanın yapması gerektiğini söyledi. Uzman bile olsa çocuğun bunu, tanımadığı bir yabancıdan değil, güvendiği, bildiği ve aynı acıyı paylaştığı birinden öğrenmesi gerektiğini. Babanın ona annesinin bir kaza geçirdiğini, kaza sonrasında onu kaybettiklerini, annesinin şimdi Allah Baba’nın yanında olduğunu, geri gelemeyeceğini, onu özleyeceklerini, özledikleri zaman ona söylemek istediklerini söyleyebileceğini, L göremese ve duyamasa bile annenin onları görüp, duyabileceğini iletmesini istedi. Ayrıca bu duruma kendisinin de çok üzüldüğünü, L’nin üzülmesinin doğal olduğunu, üzülünce ağlanabileceğini de söylemesi gerektiğini ekledi. İlaç kullanılmasının bu dönemde gerekli olmadığını, herkesin acısını yaşaması gerektiğini belirten uzmana hemen inanmak aile için kolay olamadı. Bu söylemin çocuğu çok üzeceği, ondan bir süre saklanarak belli edilmemesinin uygun olacağı, ilaçla sakinleştirilmesi gerektiği düşünüldü. Ancak uzmanın kararlı tutumu nedeniyle baba görüşmeyi kabul etti. Uzmanın önerdiği şekilde olayı ve duygularını aktardı. Küçük L babasına sarıldı, gözlerinden sessiz yaşlar süzülürken, “Üzülme baba, eminim annem cennettedir, bizim iyi olmamızı ister.” dedi. Ağlayan babası bu duruma inanmakta güçlük çektiği için, bunun geçici olduğunu, çocuğun birden kötüleşeceğini düşünüyordu. Annenin resimlerinin ve eşyalarının ortadan kalkması gerektiğini söylüyordu. Oysa yapması gereken, acısını saklamadan paylaşması, anneye ilişkin eşyaları ve resimleri putlaştırmadan çocuğun görmesine izin vermesiydi. Acı yaşanarak ve paylaşılarak azalacak, yas ancak böylece sağlıklı olarak geçirilecekti.

Ölüm, yaşanması kadar konuşulması da zor olan konulardan biridir. Erişkinler kendileri için sıkıntılı olan bu olgunun çocuklar için daha da sıkıntılı olacağını sanarak, çocuklarla konuşmaktan ve duygularını paylaşmaktan kaçınırlar. Bu durum genellikle, çocukların ölümü nasıl algıladıklarının bilinmemesinden kaynaklanır. Yaşlara göre ölümün nasıl algılandığı, çocuklara nasıl anlatılması gerektiği önemlidir. Bazı ölümcül hastalıklara yakalanmış olan çocuklarla, yakınını kaybeden çocuklarla ya da yanında ölümü gören çocuklarla nasıl konuşulması, davranılması gerektiğini saptamak için bu bilgi gereklidir. Ayrıca ölüme neden olan çocukları anlayabilmek için de, onlar için ölüm kavramının ne olduğunu bilmek gerekir.

Çocukların 5 yaş öncesinde ölüm olayını gerçekçi değerlendirmesi beklenemez. Bu yaşa kadar çocuk olmaya özgü farklılıklar nedeniyle, ölümü geri dönüşümsüz bir olay olarak algılayamaz. Ölüm onun için bir çeşit uyku, hareketsiz kalmaktır. 0-2 yaş arasında sadece sevdiği kişiden ayrı kalma ve kaygı şeklinde algıladığı ölüm, 2-5 yaşlarında geri dönebilen bir olaydır çocuk için. Beş yaşından sonra yavaş yavaş geri dönülmezliğini anlar ölümün ama kendinden çok uzakta görür. Yani kendisinin ölebileceğini düşünemez. 11 yaşından sonra bizim algıladığımız ölüm kavramını öğrenmiştir. Eğer ölümle çok erken tanışmış ve ölüm yaşamına birden fazla kez girmişse, algıları daha çabuk gelişebilir.

Çocuğu erişkinden ayıran özelliklerden biri, çocukların (0-5 yaş) ben merkezcil, büyüsel ve somut düşünceleridir. Ben merkezcil düşüncenin temeli, her şeyin onlarla ilgili olduğudur. Yani birinin ölümünden kendini sorumlu tutabilir. Annesi o kötü bir çocuk olduğu için ölmüştür ve kendini suçlar. Büyüsel düşünce, aklından geçenin ya da düşündüğünün olacağı inancıdır. Yani biri ölmeden önce ona kızmış ve yok olmasını istemişse, ölümünün bu nedenle olduğuna inanabilir. Somut düşündüğü için de canlı cansız ayrımı yapamaz. Ölünün üşüdüğünü, yalnız kaldığını düşünebilir. Hele bir de toprağın altında yattığı söylenmişse, çocuk için bu katlanılmaz bir durumdur. Bu nedenle belli yaşa kadar, ölen kişinin Allah babanın yanına gittiğini, o göremese de gereksinim duyduğunda onunla konuşabileceğini ama geri dönmeyeceğini söylemekte yarar vardır. Mezara götürmemek, götürülse de toprağın altında olduğunu söylememek uygun olur. Onun yerine mezarın kaybedilen kişinin bahçesi olduğu, onu özlediğinde çiçek götürebileceğini söylemek daha rahatlatıcı olacaktır.

Ölüm ve çocuk yan yana yazarken bile bir araya gelmesi doğru ve hoş olmayan kelimeler. Ama savaşlarda, sokak ve ev şiddetlerinde en çok bu kavramla onların karşılaştığı düşünülürse, bunları engelleyemediğimiz sürece, belki de çocuk olup, ölümün geri dönüşümlü bir kavram olduğuna inanmak umut verici olabilir. Ama doğru olanı erişkin olduğumuzu hatırlayıp, onları olağan olmayan ölümlerden korumak olacaktır. Aynı zamanda küçük çocuklar başka çocukların ya da bireylerin ölümüne neden olduklarında, katil olup olmadıklarını değil, bizlerin nerede hata yaptığımızı düşünmemiz gerekir. Onlar ölümü uyku ve uyanılacak bir durum sanıyorlar ve özürleri var. Peki, ölümün geri dönüşümsüz, soğuk ve katı bir gerçek olduğunu bilen biz erişkinlerin neden olduğumuz ve engellemediğimiz bunca ölüm karşısındaki savunmamız ve özrümüz nedir?

 

Facebooktwitterlinkedinmail