SINIRLAMAK MI? CEZA VERMEK Mİ?

Daha önce bir yazımda ceza ve ödül sistemini ele almıştım. Geçen Cumartesi günü Trabzon’daydım. Aileler ve öğretmenler için düzenlenen bir toplantıda Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu anlattım. Orada çocukların sınırlamalara ve disipline gereksinimi olduğundan bahsedince, iki rehber öğretmenden büyük itiraz geldi. Onlar çocuklara sıfır ceza, bol sevgi ve ödül yaklaşımını benimsediklerini, söylediklerimin yanlış olduğunu söylediler. Bunun üzerine bir baba, çocuğunun derslerinin bozulduğunu, günde bir saat oynaması gerektiği halde, saatlerce oynadığını belirtti. Ergenlik başlangıcında sakın kısıtlamayın, sorun olur dediği için karışmadıklarını söyledi. Rehber öğretmenler de, kimsenin ceza almaması gerektiğini ve her defasında çocuklarla konuşmanın doğru olduğunu savundu. Peki gerçek nedir?
Ceza ve sınır
Ceza, yaşınız kaç olursa olsun yapmamanız gereken bir şeyi yaptığınızda, bilerek yaptığınız bu hata için ödeyeceğiniz bedelin adıdır. Yani önce kuralları ve uyulması gerekenleri öğrenmeniz gerekir. Çocuk yürümeye başladığı andan itibaren evin içinde bir güç gösterisi başlar. İstediğini almaya ve ellemeye çalışan çocukla, ona engel olmaya çalışan büyükler arasındaki bu çatışma doğru davranılmadığında, büyük bir sorun haline gelir. Evdeki eşyalar çocuğun ulaşamayacağı yerlere kaldırılmaya başlanır, eline aldığında kızılır, ama bazen de oynamasına izin verilir. Çocuk bir türlü büyüklerin yapmaya çalıştığını anlamaz. Yapmaması gerektiğini değil, büyükleri nasıl ikna edeceğini düşünmeye başlar. Oysa kararlı, devamlı ve doğru söylenen “hayır” çocuk için anlamlı olacaktır. Bir süre sonra ne yapacağını, ne yapmamasını öğrenen çocuk, yaptığı ve yapmadığı için ödeyeceği bedeli, kazanacağı değeri de öğrenmiş olmalıdır. Cezalar, çocuğun canını fiziksel olarak yakmayacak, çocuğun yaşına uygun ve bir çeşit bedel ödeme olarak kabul edilebilecek şeylerdir. Çocuğun bir kez daha aynı şeyi yaptığında aynı yaptırımla karşılaşacağı durumlardır. Cezalar mutlaka çocuğun yaşına ve gelişim dönemine uygun olmalıdır. Ayrıca çocuk o cezayı daha önce öğrendiği ve yapmaması gereken bir durum için aldığını bilmelidir. Duruma uygun, haklı bir ceza çocuğu üzmez.
Şimdi gelelim Trabzon’daki babanın sorusuna. Ergenlik başlangıcında olan bir çocuğun ne kadar bilgisayar oynama hakkı olduğunu, ders çalışması gerektiğini ve bunun görevi olduğunu öğrenmiş olması gerekir. Ayrıca gelişimsel geriliği yoksa, yaşı gereği isteklerini erteleyebilmesi beklenir. Bu durumda onun gelişimini ve görevlerini aksatacak, olumsuz olarak etkileyecek oranda bilgisayar oynamasına engel olmak zarar vermek bir yana, onun yararınadır. Hatta anne-babasının görevidir. Bunun adı ceza değildir. Bu sınır koyabilmektir ve gereklidir. Eğer sınır koymanıza rağmen devam ediyor, görevlerini aksatıyorsa bilgisayarı tamamen kaldırabilirsiniz. Bunu çocuk ceza olarak kabul edecektir. Ama aslında hala sınır koymaktır. Ceza; bunu yaptığınızda kızgınlıkla kötü sözler söyler, yıkıcı davranışlarda bulunur, yalan söyler ya da benzer şeyler yaparsa, o zaman başka hakkını kısıtlamak olabilir. Bu da çocuğu ruhsal sorun yaratacak şekilde zedelemez. Aksine davranışlarını düşünmesine, yaptıklarını kendinin denetlemesi gerektiğini anlamasına neden olur.

Çocuklarımıza sınır koymamız veya ceza vermemiz onları sevmekle ilgili değildir. Onlara da bunun sevgi ile ilgili olmadığını anlatmalıyız. Onlar hata yapsalar da, beklentilerimizi karşılamasalar da biz onları severiz. İyi niyetli olduklarından emin olduğum rehber öğretmenlerin de çocuklarla çalışırken, çocukları sevmekle, onları eğitmek ve aileleri doğru yönlendirmek arasındaki ayrımı iyi yapmaları gerekir.

Sınır ve ceza arasındaki ayrımı yapamayan, akılları karışan aileler çocuklarının kişiliklerini zedeleyeceklerinden endişeleniyor. Burada fark edilmeyen bir şey var. Bedel ödemeyi bilmeyen, sınırsız çocuklarla, evden kaçan, umursamaz ve öfkeli çocuklar yaratılmaktadır. Aileler, çocuklarını yetiştirmenin yanında onların sınırlarını da belirlemek zorundalar. Yoksa, ruhsal açıdan sağlıksız ve toplumla uyumsuz nesiller oluşur.

FİZİKSEL ŞİDDET CEZA MI?
Doğruyu öğretemediğimiz, kararlı olmadığımız çocuğu, durduramadığımızı anladığımızda, yetersiz kaldığımızı hissettiğimizde, beceriksizliğimize büyük bir hata daha katar ve şiddete başvururuz. Çocuğa attığımız tokat, gücümüzün değil, güçsüzlüğümüzün en son noktasıdır. Çaresizliğimizden başvurduğumuz şiddet, bizi rahatlatacağına çaresizliğimizi arttırır. Çünkü sadece o an için duran ve ağlayan çocuk, yanlışın ne olduğunu anlamadığı için aynı şeyi tekrarlayacak, öfkelenecek, şiddeti bir iletişim şekli olarak öğrenecek, kullanacak ama bizim istediğimiz davranış değişikliği olmayacaktır. Yapamadığımız için, yetersizliğimiz için öfkelenir, sonra pişman oluruz. Hatta dövdükten sonra, çocuğa fazladan bir şeyler vermeye, böylece kendimizi affettirmeye çalışırız. Ama dayağın yanlışını, dayağın getirdiği çözümsüzlüğü gideremeyiz. Oysa biliriz, şimdiye kadar dayak hiçbir şeye çözüm olmamıştır. Üstelik şiddet öğrenmesin diye uğraştığımız, oyuncaklarını denetlediğimiz, izlediklerinden yakındığımız, kaç yaşında olursa olsun bir başkası ona vurduğunda içimizin yandığı, çocuğumuza şiddet uygulayarak, şiddeti öğretenin kendimiz olduğunu kabullenmek zor gelir. Dayak bir eğitim ve ceza sistemi değildir. Ayrıca unutulmaması gerekir ki, çocuklarımız bizim aynamızdır. Ne verirsek onu yansıtırlar ve onlara kaldırdığımız her el, aslında kendimize attığımız bir tokattır.

Facebooktwitterlinkedinmail