BAĞIMLILIK

Bağımlı olmak… Ürkütücü değil mi? Neye olursa olsun, kime olursa olsun istenmeyen. Bağlılık kavramı ne kadar yüceltilirse, bağımlılık kavramı da o denli aşağılanır. Bağlı olmakla ne kadar övünülürse, bağımlı olmaktan o kadar korkulur. Çünkü bağlılık, inandığın bir şeye duyduğun histir, duygudur. Bağımlılık ise, insanın kendisine zararlı olduğunu bildiği halde bir davranışı hazzın etkisinde sürdürmesi durumudur. Yani bağımlılığın sürmesinin nedeni haz almakken, bağlılığın kendisi bir hazdır.

Nelere bağımlıyız?
O geçici haz nedeniyle nelere bağımlı oluruz? Ve o hazzı tatmak için tekrarlarız, tekrarlarız, tekrarlarız. Ta ki haz, artık eziyet olmaya başlayana kadar. Bağımlı olduğumuz şeylerin başında maddeler gelir. Sigara, alkol, uyuşturucu… Kumar oynamak, obezite, zararlı ilişkiler (marazi ilişkiler), aşırı tehlikeli davranışları yapma, kontrolsüz internet ve bilgisayar oyunları ile zaman geçirme, kontrolsüz alışverişler yapma gibi birçok yaşantı da bağımlılık içine girer. Kişi yaptığı şeyin kendisine yıkıcı etkiler yaptığını bildiği halde, yapmaktan kendini alıkoyamaz. Kumar oynayan birçok insan, bu durumun kendisine ve ailesine feci sonuçlar getireceğini bildiği halde devam eder. Obez bir insan sağlığı için iyi olmadığı halde, ikinci porsiyon tatlıyı sipariş eder. Ya da daha ilginci; bir aşk ilişkisinde, birçok açıdan kendine zarar verdiğini bildiği ilişkisine bir nokta koyamaz. Bazen bu zarar verme hali hayatın son bulmasına, ölüme dek uzanabilecek bir şiddete varır. Oysa doğanın kanunudur ve canlılar kendilerine zararlı olacak uyaranlardan kaçınırlar. Ne olmaktadır da, birey kendi varlığına ve esenliğine aykırı davranışları sürdürüp, bu kendini yok etmeye yönelik davranışların etkisinde sürüklenip gitmektedir?
Bağımlılığın nedenleri?
Bu sorunun yanıtını ararken insanın biyo-psiko-sosyal bir varlık olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. Kişilik özelliklerimiz, bağımlılığın gelişmesinin psikolojik boyutunu temsil eder. Engelleme karşısında çabuk düş kırıklığı ve öfkeye eğilimli olmak, bağımlılık için uygun bir kişilik özelliğidir. Ayrıca yenilik arama yönündeki risk almaya eğilim, dikkate alınması gerekli bir durumdur. Şöyle bir düşünürseniz, yaşamına yeni bir şeyler katma uğruna, risklerini bildiği davranışları yapmaya yönelen kişilerin, o risklerin gerçeğe dönüşmesindeki çaresizliğini fark edebilirsiniz. Yapılan araştırmalar bağımlılığa yatkın insanların, bazal seviyede yaşamlarını zevksiz ve sıkıcı buldukları tespit edilmiştir. Bu bireyler yeni ve riskli davranışları, hayatı daha çekilir hale getirmek boyutunda denemeye daha yatkın insanlardır. Bu insanların bazı beyin bölgelerinde doğal olarak bulunması beklenen bazı haz hormonlarının (endorfin ve enkefalinler) daha düşük seviyede olduğu görülmüştür.
Kişilik özelliğiniz tamam, hatta biyolojik yatkınlığınız da var. Ama bağımlılık yaratacak bir sosyal ortam yoksa, bağımlı olma riski de yok demektir. Tıpkı, 17. yy.’a kadar tütünle tanışmamış olan Avrupalının sigara bağımlısı olma şansı olmadığı gibi. Ve insanın biyolojik yönü. Bağımlılık gibi, biraz da gizem taşıyan kelimeye soğuk gerçekliği katan biyolojik veriler. Aslında bir yandan da tedavi olabileceği ümidini de beraberinde taşıyan gerçeklik. Beyinde, merkezde yer alan “ventral tegmental alan” (VTA) olarak isimlendirilen bölge, birçok bağımlılık davranışının geliştiği bir alan olarak tespit edilmiştir. Özellikle dopamin isimli bir nörotransmitterin bu alandaki etkinliği bağımlılık davranışında bünyesel ve kalıtsal bir faktör olarak öne çıkmaktadır. Hatta bu alanda etkili olduğu fark edilen ilaçlar, şimdiden bazı bağımlılık hastalıklarının tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır. Halen dünyanın büyük araştırma merkezlerinde bağımlılıkla ilgili beyinbilim ve psikofarmakoloji alanında hummalı araştırmalar sürmektedir. Çok yakın gelecekte çıkacak ilaçların, bu alanda tedavide çığır açacak boyutlara ulaşacağı söylenmektedir. En yaygın bağımlılık hastalıkları olan alkolizm ve nikotin bağımlılığında, kalıtsal yatkınlığın varlığı bilimsel olarak gösterilmiştir.
İrade mi?

Çevremizin sık sık kullandığı sözcüktür irade, “İradeni kullan ve bırak.”. Ama bu biyolojik kanıtlara bakınca, iradenin önemi azalıp gidiyor. İrade sadece kurtulma çabasındaki kayışlarda kalıyor. “Bağımlı mıyız?” sorusunun yanıtı için, sınıflama sistemleri iki ölçüyü karşılayıp, karşılamadığımıza bakıyor. Tolerans ve yoksunluk. Tolerans, kullanılan maddenin geçen zamanla etkisinin azalması ile dozunda olan artmadır. Yoksunluk ise adından da anlaşılacağı gibi maddenin yokluğunda yaşanan sıkıntıdır. Tümünün biyolojik kökenlerini düşündüğümüzde, bireyin kendi iradesine sıkıştırılarak küçümsenemeyecek bu toplumsal olay için, bağımlıyla damgalamadan empati yapabilmek gerekir. O zaman anlaşılma isteği ve kaygısıyla sıkışanların, bağımlılık mücadelesinde yanlarındayız demektir.

 

Facebooktwitterlinkedinmail