ALDATTIM, ALDATTIN, ALDATTIK AMA ALDATILDIM

Aldatma ve aldatılma günlük yaşantımızda çok sık kullandığımız kelimeler. Aslında işte, sokakta her yerde aldatılma riskimiz var. Aynı şekilde ailemiz, çocuklarımız, tanıdıklarımız ve tanımadıklarımız tarafından da aldatılabiliriz. Yine de aldatma ve aldatılma dediğimizde ilk aklımıza gelen sevgilimiz tarafından aldatılmaktır. Bazen öylesine bir kuşku haline gelir ki aldatılma korkusu, yaşamı ve ilişkimizi kaçırırız anlamadan. Herkes birçok gerekçe sıralar aldatmasına neden olan, kendini haklı çıkaracak. Ama belki de en ilginci kadın, erkek ama daha çok erkeklerin savunmasıdır; “Bu aldatma sayılmaz, sadece bir kerelik, duygusal bir şey yok.”. Haklı mıdır bu savunma, kabullenilir mi böylesi bir aldatılma, kabullenenler yanlış mı yapmaktadır, yoksa birlikteliği sürdürmek için yok sayılabilir mi kolayca? Ne kadar çok tartışır olduk bunları son zamanlarda. Ve tartıştıkça sanki görünmez birileri gündelik ve kabullenilir, hatta neredeyse şart bir olgu haline getiriyor bu eylemi. Oysa gerekçe ne olursa olsun sağlıksız bir durum ve altında yatan her neyse tedavi edilmesi gereken bir olgu. Tıpkı sadakatin her tür ilişkide korunması gereken bir değer olduğunun doğruluğu gibi… Peki yine de niye? Birçok yanıttan birine yerimiz var bugün sadece.

Erişkin ve temel güven duygusu gelişmiş insanların ilişkisi; gelişime açık, bağımsız olur. Oysa mutsuz olduğu halde sürdürülen, tüm olumsuzluklara karşın diğer tarafa “tam güven” içinde olduğu ilişki, olgun anlamda bir sevgi ile bağlanılmayan, daha çok karşılıklı gereksinimlerin gerektirdiği bir ilişkidir. Bu tür ilişkilerde aldatma, aldatan kişinin özelliklerinden kaynaklanabileceği gibi, bağımlı görünen karşı tarafın oluşturduğu yük nedeniyle de olabilir. Özellikle entelektüel kişilerde daha fazla görülen bağlanma kaygısı, zaman zaman hesapsız davranışların ortaya çıkmasına neden olabilir. Yaşamını belirlemiş bir kişinin, birden kendi tercihlerini yok sayan bir rotaya sokulduğunu hissetmesi, kişide bir bunaltı ortaya çıkarıp, bağımsızlık gösterilerine zemin hazırlayabilir. Bu kaygı daha çok varoluşçu kaygının bir türevi olup, kişinin o anki yaşamının oluşturduğu sıkıntının bir göstergesidir.

Bazı insanlar, kendilerine yaşamın adil olmadığını, insanların ve evrenin onlara sürekli kötü davrandığını kabul ederler. Bu durumun gerekliğini sağlamak için de bilinçsizce karşı tarafın bu şekilde davranmasını provoke ederler. Örneğin patronum beni sevmiyor, her yaptığıma kızıyor diyen kişi, öyle davranışlarda bulunur ki patronun kızma dışında başka yapacağı şey kalmaz. Böylece kehanet gerçekleşir. Bu duruma “yansıtmalı özdeşim” denir. Bazı yazarlara göre aşk ilişkilerinde de benzer mekanizma işler. Böylece kişiler kısır döngüye girip, benzer aşklar yaşarlar. Bazı kişiler geçmiş yaşantıları nedeniyle, kendilerini değerli, sevilesi ve sadık kalınabilecek kişi olarak göremezler. Ve aldatılmaktan çok korkarlar. Ancak biriken öfkelerinin haklılığının anlaşılması için kısır döngü anlamında senaryolar yaratırlar. Kadın ya da adam, öyle kadınlar ya da adamlar seçer ki, kendini bağımlı ilişki içinde bulur. O insana, onu yıldıracak kadar yapışır. Sözüm ona iyi davranır, gereksiz özverilerde bulunur. Karşısındakinin onu aldatması için tüm zemini hazırlar ve aldatılır. Ardından acı, öfke ve kızgınlık gelir. Ama olay olmuştur, insanlar ona hak etmediği gibi davranmıştır. Bu arada ilişki sırasındaki sadakatsizliğe doğru giden yoldaki belirtilere aldırmamıştır. İlişkiler duygusal yatırımlardır. Yatırımların kötü sonuçları diğer etkenler olduğu kadar yatırımı yapan kişiye de bağlı olabilir. Terapide, keskin duyguların gerilemesi ve daha sağlıklı gereksinimlerin tanımlanmasıyla, bu kararlar yeniden şekillenebilir. Böylece duygusal yatırımlar, farklı özellikte insanlara yönelebilir.

Bazen de aldatan kişi ne kadar pervasız ve güçlü olduğunun göstergesi sayar aldatmayı. Tıpkı defalarca aldattığı, yakalandığı halde evliliğinin sürdüğünü gören, bunu bir güç olarak algılayan T gibi. Evlilikte güçlü taraf olduğunu, karısının ne yaparsa yapsın onu bırakamayacağını düşünürken, eşinin evliliği sürdürme nedeninin ona olan büyük aşkı ve yitirme korkusu olmadığını kaçırmıştı. Ve bir aldatmanın peşinden eşi onu terk edip, hiç dinlemeden boşanınca çok kızmıştı. Çünkü o eşini aldatmıyordu. Yaptığı sadece evliliğini zevkli hale getirmek için küçük kaçamaklardı. Bunu hak etmemişti. Hala algılayamadığı, “kaçamaklarına” karşın eşinin evliliği sürdürme nedeninin aşk ve affedicilik değil, çocuklar ve yaşanan ortama ilişkin sosyal statüyü koruma çabası olduğuydu. Son “kaçamağı” sadece eşi değil, toplum tarafından da duyulunca, karısının toplumsal kaygıları kalkmış ve onu yollamıştı. Eşi ve çocuklarıyla birlikte, eşine ait olan işini, maddi olanaklarını ve sosyal konumunu kaybetmiş olmasına karşın, hala hata yapmış olduğunu değil, aldatmadığını söyleyerek kendini aldatmaya devam ediyordu. (Okuyana önemli not: Öykü kesinlikle benim bir hastamın öyküsü değildir, başka bir yerden örnek olarak alınmıştır.)

Arka planları farklı, birçok öykü anlatılabilir. Ama sonuç değişmez: Aldatma doğru, normal, geçerli bir kavram değildir. İlişkilerde olmaması gereken bir değerdir. Engellemenin toplumsal yolu, bu kavramı “normalize” etmemek, günlük yaşamda olağan bir şey hatta neredeyse başarı haline gelmesini engellemektir. Bireysel yolu ise ister aldatan ister aldatılan olalım, bu olgunun neden kaynaklandığını çözmekten geçer.

Facebooktwitterlinkedinmail